Sayfalar

BB

Breaking Bad yayınlanmaya başladığında üniversitedeydim. Aynı yıl sanıyorum ki ABD’de senaristlerin grevi de devam ediyordu, yani dizi açısından kıt bir seneydi. Dizi birden popüler oldu ama genellikle bu tür aşırı popüler yapımlara karşı bir antipati oluşuyor bende ister istemez. O yüzden daha önce Lost’ta yaptığım gibi bu diziyi de final yapıncaya kadar hiç izlemedim.

Spoiler’lardan kaçma konusunda da oldukça iyi olduğumdan neredeyse sıfır spoiler ile geçtiğimiz günlerde diziye başladım. Başlamadan önce tek bildiğim, kanser olduğunu öğrenen bir kimya öğretmenin meth yapmaya başlaması idi. Diziye başladım ve 15 günde bitirdim, özellikle dördüncü sezonla birlikte izleme frekansım da oldukça yükseldi. 

Bundan sonrasında bol spoiler olabilir, uyarmadı demeyin sonra :)

Gerek oyunculuk, gerek kurgu, gerekse hikâye açısından, sitcomları saymazsak, açık ara izlediğim en iyi dizidir Breaking Bad. Karakterlerin yıllar içindeki evrimini, geçtikleri süreçleri çok net bir şekilde görebiliyoruz, ama bunu yaparken de o kadar güzel bir şekilde anlatılıyor ki, işte tam da bu yüzden en iyi dizi budur diyebiliyorum. Ben filmlerde ve dizilerde mantık kurgusu doğru kurulduktan sonra herşeyin mümkün ve mantıklı olabileceğini düşünüyorum. Mesela, kendi ölümüne gidecek kadar gözünü karartmış bir adam için filmde buna uygun bir kurgu olması gerekmektedir. Adamı bu duruma sürükleyen faktörler, hisler, somut ya da soyut herşey görülmelidir. The Life of David Gale filminde olduğu gibi. Tabi bunu anlatabilme yeteneği, yönetmenin ve biraz da oyuncuların elinde ama iyi sinema bu şekilde yapılıyor. Walter’ın ve Jesse’nin dizi boyunca geçirdiği evrimi izledik, kimimiz ikna olduk, kimimiz salak la bunlar dedik. Walter’a diyenini pek görmedim de Jesse için olumsuz çok yorum mevcut. Ama bir bakmak lazım, Walter dizi başladığında nasıl bir insandı, değerleri nelerdi, sınırlarını nerelerde çizdi ve esnetti. Sonra da Jesse’ye bakmak lazım, onu da iyi incelemek lazım. Mental olarak çöküşe nasıl ilerlediğini biraz düşünmek lazım. Her ikisinin de yaşadığı süreç, sosyal doğruluk ve yanlışlar üzerinden düşünüldüğüne Shakespeare’in bir romanında da karşımıza çıkabilirdi. Romanlarda gördüğümüz, son zamanlarda Life of Pi’de gördüğümüz sembolik anlatım Breaking Bad’de biraz daha somut olarak anlatılmış. Zira bunun için dizinin yeteri kadar geniş bir vakti olması da filmlere göre önemli bir avantaj.

İzlediğim birçok dizide birçok hayal kırıklıkları olmuştur. Tek tek yazıp bin türlü spoiler vermek istemiyorum ama Lost herhalde bunların en başında gelir. Breaking Bad’de bu tür hayal kırıklıkların tam tersi mevcut. Her sezonda 2-3 tane vakit doldurmak için çekilmiş bölümler mevcut olsa da her bölüm belirli bir özenle çekilmiş. Walter’ın zekası o kadar iyi işlenmiş ki, o kadar doğal görünüyor ki, adam hem çok zeki hem de çok saf durabiliyor. Son sezon ikinci 8 bölümlük kısımda Schrader’ın Walter’ın Heisenberg olduğunu öğrenmesiyle başlayan bölümler gerçekten muhteşemdi. Ozymandias, tüm televizyon tarihinin bence en iyi bölümüdür. 

Çok fazla söylenecek de bir şey yok. Dizi bitti, kaldık mal gibi ortada. Daha önce bu diziye olumsuz yaklaşmakla iyi mi etmişim yoksa keşke 6 yıl boyunca yavaş yavaş izleseymişim daha iyi mi olurmuş bilemiyorum. Aslında yazacak çok şeyim var ama, yazıyı çok uzatmak istemiyorum. Gerekirse ilerde kısa bir yazı daha eklerim.

Son söz, henüz diziyi izlemediyseniz size imreniyorum.



Monday, February 17, 2014

Into The Wild

Çekip gitmek, uzaklara gitmek, her şeyden uzak bakir yerlerde yaşamak. Herkes mutlaka düşünmüştür bunu.

Gerçek bir hikayeden uyarlanan bu filmin kahramanı bunu gerçekleştiriyor. 2007 Yapımı bu güzel filmi sinema tarihinin en iyi oyuncularından biri olarak gösterilen Sean Penn yönetmiş. Başrolü ise Emile Hirsch oynamış.

Film en iyi kurgu, en iyi yardımcı erkek oyuncu (Hal Holbrook) dalında oscara aday gösterilmiş. Filmde ayrıca Vince Vaughn ve Catherine Keener'da rol almış.

Yazının başında da dediğim gibi çekip gitmek, her şeyi ardında bırakıp gitmek konulu film çok etkileyici. Şehrin kalabalığında uzaklaşıp doğaya dönüş, çıkmaz sokaklardan uçsuz bucaksız geniş ovalara, kanyonlara kaçış hikayesi. Oldukça iyi bir üniversiteden iyi bir derece ile mezun olan Christopher, istediği hayatın bu olmadığını söyleyerek tüm mal varlığını hayır kurumuna bağışlayıp uzun bir yolculuğa çıkar.

Alaska'nın ıssız ormanlarında sona erecek olan bu yolculukta, yol boyunca hayatını değiştirecek olan yabancılarla tanışır.

Kendini direkt vahşi hayata adayan kahramanımız bunun bedelini ağır ödemiştir. Aslına bakarsanız kimse bu kadarını hayal etmemiştir. Şahsen ben üç beş kuruş para alırdım yanıma. :) Şaka bir yana bu film top 10 listemdedir. İzlenesi bir filmdir. Gerçek bir hikayeden uyarlanması insanın içini ayrıca acıtır.

Özellikle son sahnede hikayesi anlatılan  Christopher Johnson McCandless'in fotoğrafını görmek içimi burktu. 

İzle ve Yorumla Puanı 8,1/10


No comments:

Post a Comment

LinkWithin